İsa Tecim: Gayem hayat kurtarmaktı çok hayat da kurtardım
İsa Tecim: Gayem hayat kurtarmaktı çok hayat da kurtardım
Manisa’nın bir köyünde doğdu. İlkokuldan sonra şehirde okumak yerine meslek sahibi olmak adına 12 yaşında tornacı atölyesinde çırak durdu. Askerdeyken yaşadığı ölümlü bir yangın olayı sonrası karar aldı: İtfaiye aracı üretip yangınlarda hayat kurtaracaktı. Öyle de oldu. Yetmedi beş yıl gönüllü itfaiyecilik yaptı. Türkiye’nin ilk hidrolik merdivenli itfaiye araçlarını üretti. Bugün Türkiye’nin yerli ve milli araçlarını üreten şirketin başında… İzmirli sanayici İsa Tecim’den bahsediyoruz. Alevler arasından hayat kurtarmaya adanmış bir ömür onunkisi
İsa Tecim’in hikayesini bilenler “Alevlere adanmış bir ömür onunkisi” diyor. Ama kendisiyle konuşunca ve hikayesini öğrenince “Alevler arasından hayat kurtarmaya adanmış bir ömür” demenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Kastamonu’nun Bozkurt İlçesi’nde askerlik yaparken yaşadığını bir yangın olayında, yaşlı bir kadın ve onun bir-iki yaşındaki torununu kurtaramamanın verdiği acı tecrübe sonrasında 20 yaşında bir karar alıyor: “İtfaiye aracı üreteceğim ve o araç insanları kurtaracak.” Askerden döndükten sonra 22 yaşında kurduğu Volkan İtfaiye ile aldığı kararı hayata geçiriyor. Ama bununla sınırlamıyor kendini. Beş yıl gönüllü itfaiyeci oluyor. Edindiği tecrübeler ışığında Türkiye’nin ilk hidrolik merdivenli itfaiye aracını yapıyor. Bir tane de askerlik yaptığı ilçeye hibe ediyor. Zaman içerisinde itfaiye araçları konusunda Türkiye’de lider konuma getiriyor şirketini. O araçlar sayesinde yüzlerce insanın hayatı kurtuluyor. Ama yetmiyor, dünyaya açılıyor. Bugün itfaiye araçları üretimi konusunda dünyada ilk dörtte kurduğu şirketi. Yerli ve milli itfaiye araçlarımız Malezya’dan Romanya’ya Pakistan’dan Taylan’a dünyanın dört bir yanında hayat kurtarıyor.
İsa Tecim’i, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed’in Külliye’de onun şirketinin ürettiği yerli bir aracı incelemesi sonrasında fark ettik. Hikayesini öğrenince de İzmir’e gidip kendisiyle söyleştik. Onun hikayesini ister Manisa’nın bir köyünden, yoksul bir aileden çıkan sanayici olarak okuyabilirsiniz, isterseniz hayatını alevler arasından can kurtarmaya adayan adam olarak da…– Yoksul bir çocukluk geçirmişsiniz.
– Evet, köylü bir ailenin çocuğuydum. Annem okuma yazma bilmezdi. Babam da üç yıl gitmiş okula. Ama ailem özellikle de annem çok önemlidir hayatımda. Büyük bir sevgiyle ve manevi zenginlik içinde büyüttü beni. Bu sayede de kendi hazineme ulaştım. Zaten insan kendi hazinesine ulaşmadan hiçbir hazineye ulaşamaz. Benim hazinem de özgüvenimdi. “Ben yaparım, başarırım” diyordum. İşte o özgüveni bana veren de annemin sevgisiydi. Açıkça söylüyorum hiç kimseyi annem kadar sevmedim. 67 yaşımdayım o sevgi hala tazeliğini koruyor.
– Siz 12 yaşında çalışma hayatına atılmışsınız, neden okumayı tercih etmediniz?
– O yıllarda okumak kolay değildi. Köyde ilkokulu bitirdim. Önümde iki seçeneğim vardı. Ya şehre gidip okumaya devam edecektim ya da bir ustanın yanına çırak olarak girip meslek sahibi olacaktım. 1960’lı yıllar. Köyümüzde okumayı seçenler olmuş, şehre gitmişlerdi. Ama şehirde okumak zordu. Öyle durumda ailelerin doğru düzgün ilgilenme durumu olmuyor. Birkaçı yapamadı geri döndü. Eğer okuyamıyorsanız da köye dönüyorsunuz ve köyden çıkmak için ikinci bir şansınız olmuyor. Ben de meslek sahibi olmayı seçtim. Manisa’da bir torna atölyesinde işe başladım ama kısa sürdü, çünkü atölye kapandı. Sonra terzi çırağı oldum.
– Anladığım kadarıyla sevememişsiniz terziliği.
– Sevmeme değil de o günlerde tekstil işinin ne kadar büyüyeceğini öngöremedim. Bugünün markalarını, konfeksiyonunu göremedim. “Hayat pantolon dikmekle geçmez” dedim. Metalle uğraşmak daha önemli geldi bana. Çünkü sanayici olmak istiyordum. Demiri terbiye ederseniz çok şey yapabilirsiniz. Yine de 2.5 yıl terzilik yaptım. Ailem Manisa’da köyde yaşıyor ben terzi dükkanında hem çalışıyorum hem de orada yaşıyorum. 15 yaşımdayken terziliği bıraktım. Babam karşı çıktı. Manisa’dan İzmir’e babamdan izinsiz çıkıp geldim. Çelikle iş yapan bir firmanın atölyesinde çalışmaya başladım. Zaten hayatta benim kararlarım çok nettir. Kararımı alır uygularım.
O MANZARA HİÇ AKLIMDAN ÇIKMAZ
– Sonra askere gitmişsiniz. Askerde tam olarak ne yaşadınız da itfaiye işine girdiniz?
– Kastamonu’nun Bozkurt İlçesi’nde jandarma eri olarak askerlik yapıyordum. Orada bir yangın oldu. Haber geldi gittik. Evler ahşaptır Kastamonu’da. Tabii o yıllarda ne itfaiye var, ne polis, her şeye jandarma bakıyor. Halk ellerinde kovalarla yangını söndürmeye çalışıyor. Ev yandı. Enkazı incelerken bir yaşlı nene ile bir-iki yaşlarındaki torununun kömürleşmiş olduğunu gördüm. Anne baba tarlaya çalışmaya gitmiş çocuğu da neneye bırakmışlar. Nene de biraz felçliymiş. Çok kötü bir manzaraydı. Hala o manzara aklımdan hiç çıkmaz. O zaman bir karar aldım: “Askerden dönünce itfaiye aracı yapacağım” dedim. Çünkü itfaiye aracı yok. Olsa o yangın söndürülür o çocukla nene de kurtulurdu.
– Nasıl yapılacağını biliyor muydunuz?
– Yok bilmiyordum ama ben tornacıyım. Asker dönüşü babama dükkan açmak istediğimi söyledim. Babam da “Biraz param var, ya seni evlendireyim ya da dükkan açayım” dedi. O zaman da köyde uzaktan uzağa sevdiğim bir kız var. Şimdi ya dükkan açıp itfaiye aracı yapacağım ve o araçlarla insanların hayatı kurtulacak ya da sevdiğim kızla evleneceğim. Dükkan açmayı ve insan hayatını kurtarmayı seçtim. Levhayı astık. 16 metrekare bir dükkanımız var. Ama ülkede itfaiye aracı üretiliyor mu, bu iş nasıl yapılır hiçbir bilgim yok. Araştırmaya başladım… O yıllarda Türkiye’de sadece bir firma vardı. Ve itfaiye aracı konusunda da bizim dışa bağımlı olduğumuzu gördüm.
– Ben bu oyunu bozarım mı dediniz?
– Gayem hayat kurtarmak aslında. Belediyelerin itfaiyelerine gittim. 22 yaşımdayım. Vehiclesının bakımını yapabileceğimi söyledim. Burdur Belediyesi’ne giderce orada bir tanesi tamir ettim. Burdur Belediyesi memnun kalmış benden. Bir başka aracının tamir edilmesini istedi. İlk işimiz ama bizim o aracı koyacak büyük bir atölyemiz yok. Bir arkadaşımın atölyesi vardı. Rica ettim, bir günlüğüne onun tabelasını indirdik, bizim şirketin tabelasını taktık. Belediye aracını getirdi ve o atölyeye koyduk. Adamlar gidince de aracı alıp evimizin yanına getirdik ve tamir ettik. Memnun kaldılar. Sonrasında biz büyük atölye tuttuk. Ama iş gelmiyor. Belediyelere gidip araçlarını ücretsiz tamir edeceğimi söyledim. Buca Belediyesi getirdi aracını. İtfaiye aracının önünde Buca yazısını kapatacak şekilde durup bir fotoğraf çektirdim. Türkiye’deki tüm itfaiyelere broşür gönderdim. Sonra atladım o şehir senin bu şehir benim itfaiyeleri dolaştım. O zaman bu memleketin itfaiye araçlarına çok hem de çok ihtiyacı olduğunu gördüm.
– Ne durumdaydı o yıllarda itfaiyelerimiz?
– Pek iyi durumda değildi. Kars’a gittim. Baktım itfaiye aracı var gittim oradaki adama, “Ben müdürle görüşmek istiyorum” dedim. Adam “Kardeşim müdür de benim, şef de benim, er de benim” dedi. Tek kişi üstelik aracın deposundan su sızıyor. Dedim “Aracını tamir edeyim istersen, yangına böyle boş depoyla mı gideceksin?” Adam bana “Ben depodan sızan su kadar üstten su dolduruyorum, depom boş kalmaz” dedi. İstanbul, İzmir, Ankara’da birkaç iyi itfaiye aracı vardı ama çoğu yerde yoktu olanlar da iyi değildi.
– Ne zaman ilk itfaiye aracınızı yaptınız?
– 2.5 yıllık tamir sürecinden sonra 1976’da, Kahta Belediyesi için ilk itfaiye aracımızı yaptık. Sonra seri halde araç üretmeye başladık.
– Ülke olarak yerli itfaiye aracı ürettiğimiz pek bilinmez. Siz bunu başarmışsınız ama çok da bu bilinsin diye uğraşmamışsınız sanki?
– Ben mütevazı bir adamım. Benim gayem ilahi kuvvetin izniyle hayat kurtarmak. Çok da hayat kurtardı ürettiğim araçlar. Bu yetiyor bana.
ÇIRAK OLMADAN HİÇBİR ŞEYİN USTASI OLAMAZSINIZ
– Ama siz sadece araçla ilgilenmemişsiniz, bir de beş yıllık gönüllü itfaiyeci olmuşsunuz.
– Çırak olmadan hiçbir şeyin ustası olamazsınız. Benim amacım üreteceğimiz araçlarla çıkan yangınlarda insanları kurtarmak. Ama tornacıyım, itfaiyeciliğin inceliklerini bilmiyordum. Yangını, itfaiyecilerin neler yaşadığını, neye ihtiyaçları olduğunu bilmeden bunu yapmak hiç kolay değil. İzmir’de belediyeye gittim müdürle konuştum. Akşama kadar işte çalışıyorum. Akşam olunca itfaiyecilik yapıyorum. O zamanlar da yeni evlenmişim. Yıl 1978. Ama eve değil yangına gidiyorum. Hatta bazen gündüz çarşıda iş yaparken haber gelirdi. Sorardım “Yangın patlak mı?” diye, büyük mü anlamında. “Evet” derlerse hemen işi de bırakıp yangına giderdim. Birçok insanın hayatını kurtardık. Biliyor musunuz, hayatını kurtardığınız insanlarda büyük bir minnet duygusu oluşuyor. Kimi bulurdu bizi, bayramda seyranda aksatmadan gelirlerdi, görüşürdük.
– Nasıl tarif edersiniz itfaiyeciliği?
– İtfaiyecilik kutsal bir meslektir. İlahi kuvvetin yardımıyla ateşin içinden insanı alıyorsunuz. Herkese nasip olmaz. Hem hayat kurtarıyorsunuz, hem ekmeğinizi hem de ahiretinizi kazanıyorsunuz.
HİDROLİK MERDİVENLİ ARACI TÜRKİYE’DE İLK BEN YAPTIM
– Bu tecrübelerinizin ne gibi faydasını gördünüz?
– Türkiye’de itfaiye araçlarının üzerinde hidrolik, uzayan merdiven yoktu o yıllarda. İple çekmeli, altı veya sekiz metreye uzayan sürgülü merdivenler kullanılıyordu. Çok parası olan İzmir, İstanbul, Ankara’da iki tane vardı uzayan merdivenli araç. Onların da üçüncü aracı yok. Diğer illerdekinde iple çekmeli merdivenli araçlar vardı. Oysa yangın sırasında hidrolik merdiven o kadar önemli ki. Yangın başlamış üst katlarda insanlar var. İple çekmeli merdivenle o insanları kurtarmanız çok zor. Onun için atlardı insanlar. Bir yerleri kırılırdı. Ama hidrolik merdivenle hemen onları kurtarabilirsiniz. Türkiye’de hidrolik merdivenli itfaiye aracını ilk ben üretmeye başladım. İlk olarak 12 metrelik bir merdiven yaptık. Bugün 60 metrelik merdivene uzanıyor araçlarımız. En uzunu da bize ait zaten.
GİZLİCE ALMANYA’DA BİR FABRİKAYA GİRDİM, İNCELEDİM
– Peki iş orada kalmadı siz dünyaya açıldınız. O nasıl bir kararla oldu?
– Özgüvenim benim hazinemdir demiştim. 16 yaşımda anneme “Ben beynelmilel bir adamım” derdim. Annem de “O nedir oğlum” derdi. İşyerini açtıktan sonra bir tane ışıklı dünya küresi almıştım. Oturup onu seyrederdim. Ülkelere bakardım, buralara nasıl gidebilirim diye düşünürdüm. Tamam işi biliyoruz ama üretim yapacaksınız ve onu da dünyaya anlatacaksınız. Açıkçası dünyaya açılmamız kolay olmadı. Biz 1978’de burada itfaiye aracımızı yaptık ama Avrupa’daki fabrikaları gidip görmek istiyorum. Adamlar nasıl yapıyor, öğrenmek derdindeyim. 1981’de Almanya’ya gittim. Lisan da bilmiyorum. Bir Türk işçi arkadaşın yardımıyla bir fabrikaya girmeyi başardım. Sonra başka şehirleri de dolaştım.
– Eee lisan bilmeden nasıl dolaştınız?
-Münih’e gideceğim, elimde işçilerin kullandığı Türkçe-Almanca sözlük var. Onunla her şeyi halledeceğimi sanıyorum. Tabii halledemedim. Bilet alacağım ama gişedeki görevli bir şey söylüyor anlamıyorum. Sıradan çıkıp sözlüğe bakıyorum sonra tekrar sıraya girip adamı cevaplıyorum. Üçüncü seferin sonunda pes ettim ve Türk aramaya başladım. Bir Türkün yardımıyla alabildim bileti. Sonra düşündüm “Lisan bilmiyorsun, seni Münih’te biri beklemiyor, neyin peşindesin be adam” dedim kendi kendime. Ama yılmadım Münih’e, oradan Avusturya’ya gittim. Sonra fuarlara gittim. Fakat asıl kırılma noktası 1993’te oldu. 1993’te topladım adamlarımı “Volkan İtfaiye bir dünya şirketi olacak bunu Allah’tan başka kimse engelleyemeyecek” dedim. Sonra İngiltere’de önemli bir dergiye ilan verdim. Dünyanın her tarafındaki büyükelçilerimize, ticari ateşelerimize yazılar yazdım “Bulunduğunuz ülkedeki itfaiye aracı üreticileriyle ve itfaiyecilerle beni temasa geçirir misiniz?” diye. Bütün 20 yıllık bir çabanın sonunda 2002’te ilk ihracatımızı gerçekleştirdik. Dubai’ye ve Pakistan’a Türk yapımı itfaiye araçları sattık. Sonra yavaş yavaş çocuklarım işin içine girdi ve devamı geldi.
TÜRKİYE SON 10 YILDIR TÜRKİYE DIŞA BAĞIMLI DEĞİL
– Dışa bağımlılığımız bitti mi peki?
– Size anlattığım 45 yıllık hikaye. Eskiden itfaiyeler sürgün yeriydi. Hurdaya çıkmak üzere damperli araçlardan itfaiye araçları yapılırdı. Ama şimdi itfaiyecilik bir meslek kabul ediliyor. Kaç tane üniversiteye bağlı meslek yüksek okulları var. Vehicles konusunda uzun zamandır dışa bağımlıydık. Fakat son 10 yıldır Türkiye dışa bağımlı değil. Her şeyimizi kendimiz yapıyoruz. Rafineri söndürecek, uçak söndürecek araçlar üretiyoruz. Hatta bunları dünyaya satıyoruz.
ÖRNEK ALDIĞIM İNSAN DA VINCI
– Okuyamadığınız için zaman zaman hayıflandığınız oldu mu?
– Bir gün bir arkadaşım, “Ankara’da gökyüzünde oluşan enerjiyi tartışacağız sen de gel” dedi. Gittim. Bir tarafta Atom Enerji Kurumu başkanı diğer tarafta Aselsan’dan, Roketsan’dan adamlar. Konuştuk. Ben de fikirlerimi söyledim. Sonra “İkinci toplantıda toryum madenini konuşacağız” dediler. Ben de kendi kendime “Bu adamlar beni diye çağırıyor” dedim. Onlar da benden bir şey alıyor, ilgiliyim, kendimi geliştirmişim, fikirlerim var. Bazen üniversiteden çağırıyorlar. Gidip konuşuyorum gençlerle. Tabii ilkokul mezunu olduğumu öğrenince çok şaşırıyorlar. Açıkçası zaman zaman düşünürüm, “Eğitim alsa mıydım?” diye. Ama ben kendime hiç sınır koymadım. O sayede bugünlere geldim. Eğitim özellikle akademik eğitimin insanı sınırlayan bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Mesela benim örnek aldığım insan Da Vinci’dir. Şunu söyleyebilirim, bir insana can veremem ama onun dışında her şeyi yapabilirim. Ama okumak isteyip de imkanı olmayan çok çocuk okuttum. Birçoğu üniversiteyi okudu, bazıları mühendis oldu şimdi burada benimle çalışıyor.
CUMHURBAŞKANIMIZ DA ETKİLENDİ
– Peki Külliye’ye yolunuz nasıl düştü?
– Burada gurur duyulacak işler yapıyoruz. Bugün dünyada itfaiye araç üretiminde ilk dört içerisindeyiz. Her şeyiyle yerli araçlar üretiyoruz. Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Sayın Mustafa Varank’ı fabrikaya davet etmek istedim. Ankara’ya çağırdı beni tanışmak için. Gittim. Bakanımız Mustafa Bey “Siz itfaiyeciliğe nasıl başladınız?” diye sordu. Anlattım, etkilendi hikayemden. O da bana “Bu işi yukarıya taşıyalım” dedi ve Malezya Başbakanı Külliye’ye geldiği zaman bizim araçlarımızı oraya getirmemizi istedi. Malezya’ya araç ihraç etmiştik ilişkimiz vardı o ülkeyle. Orada Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile tanıştım. Konuştuk, kendisine de anlattım hikayemi, o da etkilendi, “İrtibatı koparmayalım” dedi. Sonra aracı incelediler.
YAKMAMAYI ÖĞRENMELİ VE ÖĞRETMELİYİZ
-İzmir’de kaç gündür yangın sürüyor. Önemli bir gündem maddesi. Tartışmalar da yaşandı. Yangın konusundaki toplumsal bilincimiz konusunda ne düşünüyorsunuz?
– Bir kere canlarımız gitti. Neden söndürülemediğiyle ilgili bilen bilmeyen çok şey konuşuyor. Bu konuşmaları bugün yapmanın bir anlamı yok. Dün konuşacaktık bunları. Ben şunu söyleyebilirim. En büyük yangınlar küçük bir kıvılcımla başlar. Yakmamayı öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Bir yangını önlemek, söndürmekten daha kolaydır. Bugün çocuklarımıza ne satarız diye her şey yapılıyor da neden onların ruhuna, yüreğine, beynine işleyecek şekilde yangın meselesi anlatılmıyor. İşte bunu anlatmamız gerek. Yoksa daha çok yangın çıkar biz yine daha çok konuşuruz.